Evlere, sokaklara, parklara, hayatlara... Tüm güzellikleri içerisine alan bir hayata yeşil ışık yakarak başlamak istiyorum bu sayıya. Tasarımın genel olarak göze güzel gözüken ama en çok da zihni güzelleştirmesi gereken bir unsur olduğunu düşünürsek daha çok ihtiyacımız var yeşil ışık yaktığımız yarınlara.

Biz de bu sayıda çokça sanata, evimize giren bahara, tasarımın dehalarına ve heyecanla ortaya çıkan yepyeni marka ve mekanlara yaktık yeşil ışığımızı. Tasarım dünyası ardı arkasına trendlerle gelirken dünyanın nasıl birbiriyle harman olduğunu gözden kaçırmak imkansız. Afrika’dan gelen egzotik esintiler ve İtalya’dan gelen Terrazzo bunların başında yer alıyor. Salone del Mobile de çoklu kültürlerin birbirine geçen akımları vurguluyor.

Mekanlarda da bu çok kültürlülüğün yansıması buram buram hissediliyor. En çok da doğayla özdeş, kimliğini koruyan kültürlerin etkisiyle rahatlıyoruz bu baharda. Bodrum’dan Hollanda’ya tüm tasarımcı ve kullanıcılar doğadan, insana yakın olandan bir parça ekliyor hayatlarına. Yanına da bolca yeşil katıyor. Size de tavsiyem bu bahar yapmak istediklerinizin bir listesini yapın ama en çok da kendinize yeşil ışık yakın!

Yazın kendine özgü dinamizmini iliklerimize kadar hissedeceğimiz ruhumuzun taptaze bir enerjiyle dönüşerek iyileşeceği bir yaz sayısıyla karşınızdayız. 
Eşsiz manzarasına şefin muhteşem lezzetlerini ekleyen, sanatın ve tasarımın gücünü ardına alıp konuklarına özel deneyimler yaşatan mekanları derlediğimiz, doğanın kucağında doğadan ilham alan evleri bir araya getirdiğimiz, malzemesiyle, dokusuyla, renk paletiyle minik bir tatil kasabasını aratmayacak şehir evlerine konuk olduğumuz yaz sayımız enerjimizi yükseltecek.

Uzun, yorucu bir dönemin ardından taptaze bahar güneşinin içimizi ısıttığı yepyeni bir sayıyla karşınızdayız. Farklı stillerde farklı coğrafyalardan taşıdığımız 8 evimize, hayatımıza daha fazla ışıltı katacak dosya konularımız eşlik ediyor. Tasarım dünyasında daha iyiye ulaşma konusunda emek verenlerden, iyi insan olma halinin sürdürülebilir bir sosyal projeye dönüştüğü hikayelere uzanan yeni sayımız yayında!

Yeni yılın yeni sayısıyla karşınızdayız. Bizlere ilham veren hikayelerin izinden gittiğimiz, sanat, tasarım, mimari ve gastronomi dünyasından çok değerli isimleri sayfalarımıza taşıdığımız sayımız 2024’ü kucaklayan evlerin de kapılarını aralıyor. Yeni yılın renklerine, dokularına, ışık senaryolarına göz attığımız psikolojimiz üzerindeki etkilerini değerlendirdiğimiz sayımız yeni yıla dopdolu bir bir enerjiyle merhaba diyor.

Birbirine giren mevsimlere inat içimizi ısıtacak bir kış sayısıyla karşınızdayız. Renk ve stilleri ile çok özel evlerin, rengarenk çocuk odalarının, geçmişe olan özlemle günümüze taşıdığımız form ve desenlerin izinde bu kış daha enerjik, daha neşeli ve daha umutluyuz…

Türkiye’den ve dünyadan evler, yepyeni mekanlar, yaratıcı fikirler ve tasarım haberleri sunan Art’ı Mekan Mimarlık ve Dekorasyon Dergisi; her iki ayda bir dopdolu bir içerikle okurları ile buluşuyor. 

Dergimizin yeni sayısı ile karşınızdayız. Ülkece içinden geçtiğimiz felaketlerin ortasında, yeni bir döneme, umuda ve yaklaşan yaza ithafen hazırladığımız özel sayımız sizlerle…

Türkiye’den ve dünyadan evler, yepyeni mekanlar, yaratıcı fikirler ve tasarım haberleri sunan Art’ı Mekan Mimarlık ve Dekorasyon Dergisi; her iki ayda bir dopdolu bir içerikle okurları ile buluşuyor.

Şimdi değilse ne zaman?

Klişe yaşam koçu söylemlerinden biri gibi mi geldi uzaktan : ) Ortalıkta çok dolanmışlığı, hatta üzerine kitapları yazılanları da var. Herkes için bir anlamı, her şey için bir açıklaması var. 

Bazen bazı cümlelerin ya da kelimelerin kelebekler gibi insanların etrafında dolaştıklarını düşünürüm. Tesadüfen o anda hiç beklemezken… Bu cümle de kendine yakışır bir şekilde beliriverdi bir gün, bir anda... Aniden beliren birçok can sıkıcı şeyin üzerine ferahlatıcı bir etkiyle kanat çırpmış olabilir. O ferahlatıcı etkiye kapılıp yaz başlangıçlarımı da ekleyerek harika bir enerjiyle dolmuş, kelebeğin etkisini de düşünürsek kendi çapımda minik bir hareket başlatmış olabilirim : )  Sonu kaos olmayan güzel bir kelebek etkisi bu… 

Tatil molalarımızda uzanmışım kumsala modumuzda bile eve döndükten sonraya zamanlanmış onlarca planı düşünerek ağırlaşan ruhlarımızı azad etmenin vakti gelmedi mi? Şimdi değilse ne zaman bırakacağız; her an kalbimizin derinliklerine düşüp de kaybolacakmışız hissiyle sıkı sıkıya sarıldığımız beynimizden sarkan ipleri… 

Yarınını bugünden garantileyen, karıncanın hikayesiyle büyümüş bir neslin çocuklarıyız biz ve bedeliyle geçtiğimizi düşünüyorum o zamanlardan. Şimdi bize epey yabancı gelen bir öğretiye uyumlanmaya çalışıyoruz. Deli mesailer yapıyoruz sadece ve sadece şimdiyi hatırlamak ve hissetmek için. 

Oysaki şimdi zamanı, “şimdi”nin ☺ Güneşin, denizin, büyük davetlerin, uzun masalarda dost sohbetlerinin… Şimdi zamanı, kendiniz için yapmayı hep ertelediğiniz herhangi bir şeyin… 
Aklınıza eseni, yüreğinizden geçeni hem söylemeye, hem oldurmaya başlamanın zamanı...
Bizler; şimdi değilse ne zaman diyerek sizlere yaz boyu anlarınıza eşlik edecek minik detaylarla ve onları daha da unutulmaz yapacak bir sürü ipuçlarıyla geldik. 
Ertelemelerden uzak, her daim akışta daha da kendimize yaklaştığımız bir yaz dileğiyle…

Dünya gelişiyor.
Dünya değişiyor.
Dünya yok oluyor.
Farkındalıklarla yoğrulduğumuz birkaç seneyi geride bıraktık ve şimdi bir yenisinden günler alıyoruz. Gelişen, değişen ve yok olmaya yüz tutan bir dünyada hem farkında olmanın hem de geç kalmış olmanın sancılarını yaşıyoruz aslında. Kimimiz toprağa sıkı sıkı tutunurken kimilerimiz de yeni evrenlerden toprak satın alma derdinde. Bu dünyadan umudu kesmiş olmanın bir göstergesi bu 2. yönelim belki de. Bir diğer yandan da
tüketim toplumunun bizi getirdiği son nokta. Bu dünyayı tükettik sonuçta!

Geç kalınmışlık hissi ağır bassa bile farkındalık güzel şey. Ne olursa olsun kitlesel, durdurulamaz tüketime karşın bir de dönüştüren, geliştiren ve paylaşanlar var hayatımızda. İleriki sayfalarda hikayelerini okuyacağınız Ottan, Copenhagen Venice, Tilia bunlardan bazıları…

Hayatlarımızdaki dönüşüm sadece elimizdekileri dönüştürmekten ibaret değil. Teknoloji de hızla dönüşerek bize yeni dünyalar, yaşam biçimleri ve iş kolları getiriyor. En içsel faaliyetlerden birisi olan sanatın dijitalleşmesi geldiğimiz noktanın net bir göstergesi.

Baktığımızda mesele öncelik meselesi aslında. İnsana, toprağa, dünyaya, gelişime… Neye önem veriyorsak ona yöneliyoruz istemsizce. Bizim yönelimlerimiz de markaları, kurumları, teknolojileri ve hükümetleri etkiliyor bir şekilde. Bireysel olarak bu öncelikleri belirlemekte fayda görüyorum. Bir dağ evinde, göl kenarında ya da sahilde yaşamak mı? Neden olmasın? Bu mekanlar içerisindeyken dijital bir partiye katılmaksa günümüz teknolojisi ile olası!

Durup düşündüğünüzde sizin için gerçekten önemli olan neyse ona sarıldığınız; akımlara değil kendi aklınıza göre yaşayacağınız bir yıl olmasını dilerim.

Her gün gördüğümüz bir şeyi bir gün göremesek ne olurdu? Christo ve Jeanne-Claude ikilisinin son eseri olan L’Arch de Triomphe enstalasyonu Parislilerin her gün yanından geçip gittiği ve kanıksadığı bir tarihi eser. İkilinin eseri kumaşlarla kaplayan projesi bugün hem şehrin sahipleri hem de sanatseverler için odak noktası olmuş durumda. Bana göre bu şehrin sürdürülebilirlik hali. Kullanıp attığımız, kanıksadığımız, yeni olana ilgi duymaya meyilli yanımıza karşı bir dur noktası. 

Şüphesiz yeni olana ilgimiz asla bitmeyecek ama eskinin de yenilenmesi fikri son günlerde daha kıymetli. Eski ile yeninin buluştuğu evler, eskiden ilhamla günümüze yenilik katan markalar, sürdürülebilirliği merkeze alan ürünler... Bu yeni akımla bir yandan dünyayı koruyoruz diğer yandan kendimizi. 

Pandemi ile birlikte kendimizi koruma ve kendimize odaklanma durumuna alışmış olsak da sonbaharın rolünü de azımsamamak gerekir. Neyse ki sonbahara uyum sağlamak koşarak şehre dönmek anlamına gelmiyor artık. Yazlık bölgelerden size sunduğumuz dört mevsimlik evler bunun en büyük göstergesi. Evden çalışma sürecine adapte olan bir çoklarımız için her yer ofis. Sonbahar için  ilham ve mutluluk verici dekorasyon önerilerini birleştirdiğimiz bu sayıda çalışma alanlarını da atlamak istemedik bu yüzden. Ofislerden, kalabalık mekanlardan vazgeçmeye hazır olsak da devam etmek için bir tek şeyden vazgeçmiyoruz, umut etmekten.

Umut olmadan tasarım mümkün mü sorusu ile birlikte tasarımcıların da bizimle aynı görüşte olduğunu görüyoruz: Umut varsa yaşam var!

Hepinizin içi yavaş yavaş kıpırdanmaya başladı, biliyorum. Bahar dalları, tezgahtaki karpuz ve son yıllarda Yalın’ın şarkıları gibi yazın gelişinin bir belirtisi de içimizdeki bu mutluluk hali. Güneş ışığının verdiği enerjiden olsa gerek olumsuz duygular, karamsar düşünceler bir bir yok oluyor.

Pandeminin getirdiği karamsar havayı dağıtmak için var gücünü kullanan güneşin yanı sıra tasarımcı ve markalar da kimi zaman hayatımızı kolaylaştıran teknolojilerle kimi zaman da bizi mutlu eden keyifli tasarımları ile katkısını sunuyor. En değerli katkıyı ise üretimleri ile daha iyi bir dünya için çalışanlar ya da en azından daha az zarar verenler yapıyor. Görüyoruz ki tasarım artık sadece göze değil; kalbe, ruha ve dünyaya hitap ediyor. Geri dönüşümün, yavaş üretimin, sürdürülebilir gıdanın öne çıktığı bir dünyada tasarımın dili de buna göre şekil alıyor. Daha mutlu bir yaşam için daha bilinçli bizler gerekiyor.

Mutluluğun yaşam alanlarına aktarımı da işte bu evrensel kodlarla şekilleniyor artık. Bizim de bu sayıda katkımız yavaş üretim tekniklerini kullanan tasarımcıları ve yerel atölyelerde üretim yapan zanaatkarları tanıtmak, bilinçli gıda tüketimi için öneriler sunmak, küçük balkonlarda bile nefes alacak alanlar yaratmanıza ön ayak olmak ve yazı tüm güzellikleri ile karşılayacağınız ilham verici hikayeler anlatmak olsun. Sonuçta bu sayıda ve her zaman mutluluk arayışımız baki.

O kadar uzun zamandır bir döngünün içerisinde kapalıyız ki artık baharın gelmesi bir ihtiyaç. Çiçek açmaya, tazelenmeye ve hayatımızı bizi motive edeceklerle doldurmaya duyulan bir ihtiyaç bu. Doğayla ve dolayısıyla kendimizle bağımızı tekrar kurmamız için topraklanmak gerek belki de.

Toprağa dokunan, üreten, bitkilerle temas kuran isimlerin yola çıkış hikayelerini derlediğimiz bahar sayımızda; herkesin kendisi için bir çıkış noktası bulması bizim için de en büyük motivasyon kaynağı oldu. Sokağa çıkamasak da doğaya çıkmak, iç mekanda olmasa da dış mekanlarımızda sosyalleşmek mümkün. Öyleyse balkon ve bahçeleri yeniden düzenlemek ve buluşmalara hazır hale getirmek için şimdiden harekete geçebiliriz.
 
Evlerde de huzur bulmak bir adım daha öne çıkarken renkler ve malzemeler en büyük yardımcımız. Doğadan gelen toprak ve ahşabı hayatımızın bir parçası haline getirdikçe psikolojinize de iyi geleceğini keşfedeceksiniz.

Şimdi kendinize iyi geleni keşfetmenin ve çiçek açmanın tam zamanı.

Öyleyse hoş gelsin bahar!

Geçtiğimiz ama hala geçemediğimiz yıl 2020, her birimiz için unutulmaz tecrübelerle dolu. Doğayla tanışan ilk insanlar gibi anlamlandırmaya çalıştık bu yıl, çevremizdeki kaos ortamını. Olmaz dediğimiz oldu, değişmez dediğimiz değişti, mitler yıkıldı ve sorgulanacak sayısız soru bıraktı ardında. Ne kadar sancılı olsa da ilerlemenin ve gelişmenin bir yolu aslında bu sorgulama ve değişim hali.
Yeni bir yıla başlarken dünyadaki değişimden başlayarak kendimizi bir kez daha ele alsak hiç de fena olmaz aslında. Kim olduğumuzu, nereye ait olduğumuzu, nelerden sorumlu olduğumuzu değerlendirmek hepimize iyi gelecek diye düşünüyorum. Yeni yılı karşılarken hazırladığımız ilk sayıda bizim de temamız değişim oldu haliyle. Mimar Galia Arditi tarafından kaleme alınan ve dünya değiştikçe insan ihtiyaçlarının ve dolayısıyla yaşadığı çevrenin de nasıl değiştiğini oldukça net bir şekilde ortaya koyan son “100 yılın tasarımı” analizini okumadan geçmeyin derim. Değişimi sorgularken iyi yönde olması umudu taşıyan tasarımcıların sayısı da az değil. Belen Toker’in bir araya getirdiği sürdürülebilir yaşam odaklı tasarım web siteleri yeni dönemde elimizde olması gereken önemli bir rehber niteliğinde. Değişim ister istemez hayatın her alanında yaşandı ama en çok da evlerimize yansıdı. Evin kalbi mutfaktı ve şimdi gerçekten atmaya başladı. Mutfakta ne kadar çok vakit geçirdiğimizi düşünürsek ihtiyaçları da gözden geçirmeden olmazdı.
Ve son olarak kendimiz... Nasıl rahatlayacağız, var olan mekanımızda nasıl yeniden var olacağız? Meditasyondan kitaba, filmden spaya bir dizi tavsiyemiz var. Tabii size iyi gelecek olanı seçmek yine sizin elinizde. Yeni yılda size, çevrenize ve dünyaya en iyi gelecek olanı bulmanız, iyi yönde değişimi kucaklamanız dileğiyle...

Bir şeyleri kaçırıyor muyum? Herkesin deneyimlediğini deneyimliyor muyum? Onlar yapıyor da ben eksik mi kalıyorum? Bu soruları sorduran korkunun adı FOMO. Tam açılımıyla Fear of Missing Out yani bir şeyleri kaçırma korkusu. İlk kez 2013 yılında Oxford sözlüğüne giren bu kavram, dünyada olup biten her şeyi herkesten önce deneyimleme arzusu ile birlikte başkalarının deneyimlediğinden de geri kalmamamız gerektiğini hissinin psikolojideki adı aslında. FOMO yeni bir tabir sayılabilir ama sözlüğe girmesinden çok daha öncesinden itibaren hayatlarımızı deneyimlemek ve deneyimlerimizi paylaşmak üzerinden şekillendirmeye başlamıştık. Bu denli deneyim odaklı yaşadığımız bir dönemde karşımıza çıkan Covid-19 salgını ve pandemi ortamının yarattığı panik havası sadece vücut değil ruh sağlığımızı da epey sarstı. Kısıtlandığımızı hissettik belki ama bir yandan da mecburen evde kalma durumuyla bir anlamda rahatladık diye düşünüyorum. Sadece bir kişinin değil, herkesin her şeyi kaçırmasının FOMO’nun panzehri olduğunu söyleyebilir miyiz... neden olmasın? 

Kendimize dönüşümüzü kutlamamız gerek. Yine bir şeyler paylaşmak, yaptıklarımızı göstermek ve var olduğumuzu kanıtlamak istiyoruz ama bu sefer biraz daha kendimiz odaklı gidiyoruz. Herkesin aynı anda ekmek yapması, banana bread fotoğrafları paylaşması ya da kamp alanlarının dolup taşması tesadüf olabilir mi? Kabul edelim ki hepimiz üretebilen varlıklarız ve bunu bir adım daha ileri taşımayı başarmalıyız. Evdeyken ihtiyaçları gözlemlemek ve neyi sevdiğimizi keşfetmek için bolca vaktimiz oldu. Bu süreci iyi değerlendirebildik mi? Kendimize sormamız gereken bir diğer soru. 


Pandemi, korona, karantina, covid… Geçtiğimiz bir iki ayda yepyeni kelimeler ekledik lügatımıza ve bununla birlikte yepyeni alışkanlıklar da edindik. Ofise gitmedik, spora eğildik, evde vakit geçirdik. Evimizde kalmamız kendimiz üzerinden evlerimizi de keşfetmemize ön ayak oldu. Neyi seviyoruz, hangi koşullarda rahat ediyoruz, nelerden geriliyoruz… Kendimizi yeniden değerlendirme fırsatı bulduk ve böylece evlerimizde de sevdiğimiz ya da sevmediğimiz ne varsa yeniden gözden geçirdik diye düşünüyorum.

Uzun bir süredir evde rahat etme, konfor alanları yaratma üzerine eğiliyorduk ki bu süreç tam da üzerine geldi. Anlamadan, dinlemeden sadece stillerin ve trendlerin peşinden koşmamıza engel oldu bir yerde. Süreci değerlendirmek adına konuştuğumuz tasarımcılar da sanatçılar da hep kendine dönüşün sinyallerini verdi ve evin ne denli önemli bir konuma geldiğinin. Sayfaları çevirdikçe karşınıza çıkacak evlerde de göreceksiniz ki tasarıma samimiyet ve kendi karakterini katma fikri hep birinci planda.

Sosyal mesafe kuralları evin önemi arttırırken özgürlükleri de kısıtlıyor elbette. Çözümü doğada, ulaşamıyorsak balkonda ya da bahçede arayabiliriz diye düşündük ve size birbirinden renkli önerilerle geldik. Evde çalışanlar için de birkaç ev ofisi önerisi vermeden geçmek istemedik. Hepimizin aklını kurcalayan peki ya sonra sorusunu tasarımın duayenlerine yönelttik ve değerlendirmelerini sizler için sayfalarımıza taşıdık. Soruları, sorunları, değerlendirmeleri ve çözüm önerileri pandemiyi tasarım yönünden ele aldığımız bir sayı oldu. Sağlık ve keyifle okumanız dileğiyle…

Doğallık bir akım mı? Yoksa içimizden gelen mi? Tasarım ile ilgilenin ya da ilgilenmeyin doğal olma ihtiyacı çağımızın olayı. Doğal makyaj, doğal tavırlı ünlüler, doğal malzemeler... Bunların hepsini takip ettiğimiz bir yer var o da sosyal medya... İronik değil mi? Doğallığa ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu buradan da anlayabiliriz.

Hayatımızın bir gerçeği haline gelen sosyal mecralar bir avantajı da beraberinde getiriyor: Uzak mesafeli yakın ilişkiler. Hiç tanımadığımız birisi, yaşadığı ev, ortam birden bire hayatımızın parçası oluyor. Haliyle hiç görmediğimiz kültürlere aşina oluyor, global bir bahçeden beslenerek zihnimizi dolduruyoruz. Markalar da aynı noktadan bakıyor ki olaya Marakeş ya da İskandinav kültürüne ait bir ürünü raflarda bulmak eskisine göre çok daha kolay. Akdeniz şehirlerinin yatak odalarını, doğal ahşabın farklı formalarını ya da dışavurum isteğimizin bir karşılığı olan figürsel objeleri ele aldığımız dosyalar da belki bu çok kültürlülüğün ve kendini ifade etme ihtiyacının bir yansıması.

Bizler için Cenevre Işık Şovu, Maison Objet ve Los Angeles Flea Market’i ziyaret edip izlenimlerini paylaşan tasarımcıların deneyimlerinden de anlayacaksınız ki bir ortamı şahsen yaşamanın yerini tutacak çok az şey var. Yine de oturduğum yerden bir göz atayım derseniz yeni Youtube kanalımızda birkaç evi turlayıp, ofis ziyaretinde bulunup, Gaggenau Mutfak Sohbetleri’ne konuk olabilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler ve keyifli okumalar dilerim.

Geçtiğimiz bir yıl boyunca gerek İstanbul gerek Bursa gerek yurt dışında ve ülkenin farklı noktalarında sayısız sanat, tasarım ve mimarlık etkinliği gerçekleşti. Ne kadarını takip ettiniz bilmiyorum ancak orada da genç, denemeye açık, farkını ortaya koymaya meraklı onlarca yüzlerce insan vardı. Olağanüstü çalışmalar gördük, deneyimledik ve izledik. Ülkemizde başarılı çalışmalara imza atan Wangan Studio ve Esat Fişek de yeni koleksiyonları ile Londra Tasarım Haftası’nda yer alarak kendi konfor alanlarının dışına çıktılar ve gayet de başarılı oldular. Bu bağlamda
buradan bir saygı duruşu da Emmy ödülü alan Haluk Bilginer’e… Dünyada ve ülkemizde bu denli cesur adımların atılması ve basmakalıp yargılardan başlayarak kalıpların yıkılması inanılmaz.

Sorun yıkmak da değil aslında yeniden yapmak için cesaretinin olması. Yıkmadan yenilemek mümkün mü sorusunu soran Bursa Architecture Fest 2019’da da mimarlık ve tasarım üzerinden şehirlerimizin geleceği tartışılırken cesaret ve yeniliğin buluştuğu konuşmalar ufuk açıcıydı.
Sokakları kökten düzeltemeseler de bir şeyler yapma cesareti gösteren oluşum Onaranlar Kulübü’nün çalışmalarına göz atmanızı tavsiye ederim. Ve belki bir cesaret gönüllü çalışmalarına katılmanızı… Sokağa çıkmak da şart değil. Evinizden başlayın… Eski ile yeniyi bir araya getirmekten;
olmaz denilen renkleri kombinlemekten, çok sevdiğiniz koltuğa veda etmekten korkmayın. Cesaret ile başladığınız, olmaz denileni oldurduğunuz, olduramasanız da denediğiniz bir yıl olmasını dilerim.

Bir insanın görmediği, hissetmediği duymadığı ve hatta varlığından bile habersiz bir şeyi beğenmesi mümkün mü? Gördükçe, baktıkça ve paylaştıkça çoğalmaz mı her şey? Sanat ve tasarım dünyasında da insanı ve beklentilerini ondan daha iyi analiz eden beyinler güzellik algısını tasarımlar, fuarlar, bienaller aracılığıyla tekrar bizlere aktarıyor. Böylece dünyanın bir yerindeki güzel, rahatsız edici de olsa dönüp dolaşıp başka bir insana dokunuyor, paylaştıkça çoğalıyor. 

Geçmişten gelen beğeniler de günümüzün beğeni algısını etkileyerek yenilerini doğuruyor. Yazarlarımızdan İrem Senemoğlu’nun analizlerinde de sıklıkla bahsettiği gibi yeni sezonda da bir iz, hissiyat taşıyan şeyler sıcacık bir dokunuşla hayatlarımıza nüksediyor. Paylaşım nesilden nesile aktarılarak daha da anlam kazanıyor.

Bir yüzyıl farkla ne değişir?

Norveç’in Oslo kentindeki Amerikalinjen Otel, var olduğu binanın eski kimliğine saygıyla yeni ne yapılabilir sorusunu önümüze koyarak dünyaya şöyle bir bakmamıza neden oluyor. Var olana saygı duymak, elimizdekini korumak ve daha iyisini üretmek belki de çağımızın en önemli konusu. Bu yıl Mimarlar Odası Bursa Şubesi ile 2.’sini düzenleyeceğimiz Bursa Architecture Fest’te de “Şehre 2. Bir Şans Ver” mottosuyla yola çıkılması tesadüf değil. Şehri yıkmadan yenilemenin, var olanın üstüne yenisini koymanın mimari bir çerçevede ele alınacağı festival, bugünden çok bir sonraki neslin konusunu ele alıyor.

Aynı dünyayı paylaşan bizler, bu dünyayı korumakla da yükümlü değil miyiz zaten? Ve bunu anlatmak çevrecilerin olduğu kadar sanatçıların, tasarımcıların, düşünürlerin ve medyanın da sorumluluğu değil mi artık? 16. İstanbul Bienal sanatçılarına çıkış noktası olan devasa atık yığını 7. Kıta; şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz için bir fırsat. Giderek büyüyen bu yeni plastik coğrafyanın bir paydaşı olma niyetinde değilsek elbet.


Coğrafya farklılıkları karakterimizi, yaşam biçimimizi, sevme şeklimizi, işimizi, eğlenme yöntemimizi ve daha nicelerini etkileyecek güçlü bir etken... Bırakın Japonya ile Türkiye’yi, Avrupa’nın kuzeyi ve güneyi arasındaki çevresel ve kültürel faktörler bile bambaşka. Yazı yoğun yaşayan, ayağı denize değen toplum bir başka oluyor. Akdeniz insanının güzelliği de aslına bakarsanız yaz aylarında daha da ortaya çıkıyor. Kötü havalar yerini güneşe bıraktıkça gevşiyor, gevşedikçe rahatlıyor ve rahatladıkça mutlu oluyor. Mutlu olmanın formulü her zaman havadan gelmese de bu rahatlık hissinden gelebilir pekala. 
Bizi iyi hissettiren birçok mekanın sırrı da bu rahatlık hissi çünkü. Alaçatı’da yeni açılan Pashamama Hotel; toprağı, doğayı hissettirecek detaylarla görünmez bir zırh örüyor çevrenize. Zanaati de aynı keseye koyuyor doğayı da insanı da… Alplerin eteğine konumlandırılan Bloomint Design tasarımı ev Chez Michelle, coğrafyanın renklerini içerisinde de barındırarak günlük hayatın bir parçası haline getiriyor. Girit lezzetlerini misafirlerine sunan Radika o bölgenin dokularını alıp bir sahil kasabasında hissetmenizi istiyor. 
Görüyoruz ki sevdiğimiz her tasarım önce hislerimize vurgu yapıyor, sonra hayatımıza dahil oluyor. Öyle ki sevdiğimiz o yerde olmasak bile oradan aldığımız bir obje, orada dokunmuş bir kumaş ya da doku bizi o ana geri götürüyor. İstanbul’un göbeğinde bir ev, Ege’den izler taşıyorsa mevzu mış gibi yapmak ile değil, yaşan”mış”ı hayatın akışına taşımakla anlam kazanıyor. Hepimiz için özel anlar yaşayıp unutulmaz anılar biriktirebileceğimiz bir yaz olsun.

Dünya, döngüsünü tamamladı ve yaz yine mahalleden içeri girdi. Sokakların arasından geçerek bir pencereden diğerine yansıyarak içimizi, ruhumuzu, hayatımızı aydınlatıyor; mekanlara, insanlara umut aşılıyor; tercihlerimizi, vakit geçirme alışkanlıklarımızı dahası bakış
açımızı değiştiriyor.

Bakış açımızın değişmeye başladığı bir diğer nokta ise sanat. En az güneş kadar yaz kadar güçlü olan sanat da bir şekilde gündelik hayatımızın içerisine sızmayı başardı. Henüz bebek adımlarıyla da olsa Türkiye özelinde gerçekleşen sanat etkinlikleri yukarıdan bakmadan sanatı topluma, toplumu
insana yaklaştıran bir tavır sergiliyor. Hem genç sanatçıları destekleyen hem de daha çok insanı sanatla buluşturmayı amaç edinen Step İstanbul ve Mamut Art Project, geçtiğimiz günlerde
keyifle takip ettiğimiz etkinlikler oldu. İnternetin erişim gücünü sanat için kullanan Art.50.net de sanatı topluma ulaştırma derdiyle birkaç yıldır hayatımızda.

Sayfaları çevirdikçe göreceksiniz Portekiz’deki bir bağ evinden Cape Town’daki bir otele, İzmir Narlıdere’deki bir evden İstanbul Emirgan’daki başka bir eve kadar sanat hep sahnede, göz önünde. Onunla başrolü paylaşan doğa ise hem geniş pencerelerden içeri giriyor hem de malzemelerde kendisini gösteriyor. Hasırlar, ahşaplar, taşlar doğal halleri üzerinden kimi zaman Tasarımcı Nadav Caspi’nin yaptığı gibi birbirine geçerek kimi zaman da yalın halleriyle mekana dahil oluyor. Dünyanın beş kıtasından derlediğimiz yazlık akımların her biri doğadan bir parça taşıyor ve zanaatın önemini bir kez daha vurguluyor. Tüm dünyanın merakla takip ettiği tasarım fuarı Milan Design Week’te de görüyoruz ki markalar ve tasarımcılar da doğaya sıkı sıkıya tutunmuş. Bizler için de doğaya ve sanata tutunmamak için hiçbir sebep yok diye düşünüyorum. İşten bunaldıkça, nefes almaya ihtiyaç duydukça çıkın doğaya ve açın kapılarınızı sanata.

Bahar aylarının kendine has bir kokusu vardır. Bu sıralar da havada işte öyle bir tazelik kokusu dolaşıyor. Sadece sokakta da değil; tasarım dünyasına da taptaze bir enerji yayılıyor adeta. Taze tasarımlar, tazelenen akımlar ve taptaze
etkinliklerle dolu... En güzellerini sizler için seyir defterine not ettik bile!

Yılın en önemli tasarım fuarlarından biri olan Ambiente’nin bu yılki trend analizlerinde de karşımıza çıkan akımlar kendini keşfetme, dinginleşme ve hayattan keyif alma üzerine... Tıpkı diğer tüm tasarım ve sanat etkinlikleri gibi. İnsana dokunan tasarımların fuarlardan çıkıp gerçekten de insana 
dokunuyor olması ise ayrı bir mutluluk kaynağı. El işçiliği o denli kıymetli bir şekilde varlık gösteriyor ki bir şubesi de Londra’da açılan Yeni Lokanta’nın her köşesinden Türk zanaatkarlık eserleri fışkırıyor. Dünyada koşullar zorlaştıkça bizler, onu yumuşatma çabasıyla yaşam alanlarımıza ve kendimize dönüyoruz. Kıvrımlı mobilyaları, yumuşak renkleri tekrar hayatımıza sokma nedenimiz de bu olabilir mi? Ne dersiniz? 

Birçok genç mimar ve iç mimarın hayata geçirdikleri projelerin yanı sıra yeni ürün koleksiyonları ile de adını duyurduğunu görmek, tasarımın hem bütüncül hem de çok yönlü bir disiplin olduğunun ispatı niteliğinde. Özgün yaşam alanları yaratma çabasıyla atılan bu adımlar kendimiz olma yolunda da büyük bir adım. Dilerim ki daha az tüketip daha çok üreteceğimiz, daha çok kendimize döneceğimiz ve iyiye dönüştüreceğimiz bir başlangıç verir hepimize bahar.

Ne kadar kabul görür ya da görmez zaman gösterecek ama Pantone’nin bu yılın rengi olarak anons ettiği “Canlı Mercan”ın altında yatan felsefe gerçekten dikkate değer. Markanın yaptığı araştırmadan anlaşılan o ki daha çok gerçek sosyalleşmeye ihtiyacımız var. Yazarlarımızdan Caner Aras’ın da yeni yıl trendleri izlenim yazısında ortaya koyduğu 5 trendden biri de bu. Telefonları, bilgisayarları bir kenara koyuyoruz ve arkamıza yaslanıp, duruyoruz. Evet duruyoruz. Çünkü durup düşünmeli, kendimiz için derin bir nefes almalıyız. Dünya zaten halihazırda bizler için bağlantılar kurmaya devam ediyor.

Maison&Objet;’nin bu yılki teması “Excuse My French”, globalleşmenin ama globalleşirken de lokalin kıymetini bilmenin altını çiziyor. M&O 2019 Yılın Tasarımcısı Ödülü’nü alan Sebastian Herkner bu anlamda bir ilham kaynağı olmaya aday. Kendisi ile yaptığımız röportajda da okuyacağınız gibi dünyadan öğrenecek daha çok şeyimiz var. Tabii dizginler bizim elimizde olduğu sürece.

Cape Town’daki krepçi Swan Cafe, Afrika’da Fransız kültüründen izler taşıyor ve mekan sahibinin kültürel varlığını bambaşka bir yerde yaşatıyor. Ne kadar uzaklaşsak da kültürel tortular bizi mekanlara, yaşadığımız gördüğümüz alanlara, filmlere, kitaplara daha çok bağlıyor. O yüzdendir ki bir mekana kendimizden ne kadar katarsak o kadar özgün o kadar gerçek oluyor. Sizce de böylesi mekanlarda ilişkiler de daha samimi olmuyor mu? Bana kalırsa şimdi bunu keşfetmenin tam zamanı.

Dünyadaki her şeyin birbirine görünmez iplerle bağlı olduğu fikrini severim. Aslında bu düşünce pek de yeni sayılmaz. Hatta birçok farklı tanımla yeniden yaratılır. İnsanlar arasındaki bu görünmez bağlar, dünyadaki iletişim ağının gelişmesi ile çok daha komplike bir hal almış durumda.
Etkileşim durmaksızın devam ederken, bağlarımıza her gün bir yenisi daha eklenmekte. Çevremiz, kültürümüz, eğitimimiz, gezdiklerimiz, gördüklerimiz ve daha niceleri yepyeni bağlar oluşturuyor. Fikirlerin fikirlerle, akımların akımlarla ve kültürlerin kültürlerle bağlı olması da aslında hep buradan çıkıyor. Bağlı olduğumuz kültürün görsel ögeleri ile keşfettiğimizi bir araya getirip yeni akımlar yaratmamız da... Dünyanın iki ayrı ucundaki kültürleri bağlıyoruz ve bizim de bu sayıda felsefesi ve stili ile yer verdiğimiz Japandi gibi yepyeni bir akım ortaya koyuyoruz.
Ne geçmişten vazgeçebiliyoruz ne de bugünden. Bunu yaşam alanlarımıza da yansıtıp, geçmişten gelen stilleri yenilerle kombinleyerek eklektik mekanlar yaratma eğilimindeyiz. Bu sayı Ukrayna Kiev’de konuk olduğumuz Pushka Apartment ya da Fransa’dan sayfalarımıza taşıdığımız Bienvenue Oteli’nde bu etkiyi çok net bir şekilde görebilirsiniz. Kimi zaman rastlantısal bir şekilde ortaya çıkan bu etki, çoğu zaman da düzenlenen etkinliklerle bilinçli olarak yaratılıyor.
Yazarlarımızdan Caner Aras’ın kapı kapı gezerek ziyaret ettiği Açık Stüdyo Günleri de bunlardan sadece birisi. Keşfetmek ve yeni ufuklar açmak için New York’ta haftalardır kalan İç Mimar Ebru Kuyak’ın deneyimleri de kurduğumuz yeni bağlara örnek. Çok değerli fotoğraf muhabiri Ara Güler’in çalışmalarını arşivleyip, sergileyen AGAVAM’ın açılması büyük ustayı yeni kaybettiğimiz günlerde bu bağların ne kadar değerli olduğunu ortaya koyuyor. Kurduğumuz bağları ne kadar sıkı tutacağımız, yeni bağlardan neler alacağımız ise tamamen bize kalmış. Yeni yıla girerken hayatla, kendinizle ve çevrenizle anlamlı bağlar kurmanız dileğiyle...


Bienaller, fuarlar, tasarım haftaları... Yeni sezonda tasarım dünyası etkinlikten etkinliğe koşuyor. Markaların bu sürece dahil olmak için girdikleri yarış bir kenara dursun, tasarım firmaları ve sanatçılar da uluslararası festivallerde görünürlüklerini artırmanın yollarını arıyor. Konusunu hep insandan, yaşadığımız alanlardan alan etkinlikler, şehirleri de kendileri ile birlikte bu serüvenin içerisine sürüklüyorlar.

İç mekan tasarımcılarının da bir parça sanatı ya da zanaatı dahil etmediği yaşam alanı kalmadı neredeyse. İşin güzel yanı bu ihtiyacın tek yönlü olmayışı. Çoğu ev sahibi kendi koleksiyonlarında yer alan sanat eseri ya da farklı ülkelerden getirdikleri özel parçaları dekorasyonun bir parçası olarak kullanıyor. Tek düzelik ne kadar kırılırsa mekanlar da insanlar da o kadar özgürleşiyor.

Sadece görüntüde değil, fikir olarak da algılarımızı yıkan ve örgüyü bir sanat eseri haline getiren Tammy Kanat, özgün tasarımları ile farkını ortaya koyuyor. Onlarca markanın, tasarımın ya da insanın arasında yapmamız gereken de aslında bu. Özgürce yaşama ayak uydurmak! 

Fazla hiçbir şeye izin vermez yaz. Önce üstümüzdeki fazlalıkları sonra da zihnimizdekileri siler götürür. Hazır yazın temizleyici gücüne kapılmışken mekanları da arındırmak gerekir. Fazlalıkları atmak, yapaylıktan kurtulmak. İster yaşam için ister iş için düzenlenmiş olsun
bu yaz bir profesyonel tarafından tasarlanan her mekanda gördüğümüz; daha fazla doğallık ve ferahlık hissi.
Geçen seneden sinyallerini veren natürel olana dönüş yazla birlikte en üst noktaya ulaşmış durumda. Bir otelin restoranı ya da bir evin terası… Doğal ve hafif malzemelerin kullanımı dünyaca kabul gördü diyebiliriz. Bu etki en çok da kullandığımız malzemelerle geldi. Hasırlar, bambular, keten kumaşlar… Bu özgürlük hissi bir yandan da renkleri ve neşeyi getirdi peşi sıra. Tropik desenler bir yanda dursun Kaliforniya sahillerinden gelen Palm Beach modası, retro bir tavırla renkli, egzotik bir etki yarattı hayatlarımızda. Etkisi sadece dekorasyonda da değil, giyim modasında da kendisini gösterdi. Tıpkı diğer hakim trendler gibi…
Sürdürülebilir projeleri ile doğayla uyumlu, dışarıdan bağımsız hayatlar sunan Güvenç Karamustafa’nın Cam Evi de Lagranja Design’ın tasarladığı artizan dokunuşlara sahip otel de Kaliforniya sahillerinde dünyanın farklı yerlerinden aldığı objelerle evini tasarlayan Abbie Naber’ın yaşam alanı da bunu kanıtlar nitelikte.
Özgürlük bu yılın en arzu duyulan ihtiyacı olsa gerek yaşam alanlarımızda tek tipten uzak, özgün parça arayışlarına girdik. El yapımı tasarımlarla, özgün mekanlar ve özgür ruhlar yaratmayı istedik. Unutmamak gerekir ki önce insan kendini özgürleştirmeli, sonra
çevresini.

Bahar tüm tazeliğiyle hayatımızı doldururken tasarım dünyası da düzenlenen etkinliklerle adeta çiçek açıyor. Birbiri ardına yapılan etkinlikler, fuarlar, bienaller ve gelecek olanlar dünyadan beslenerek ve yeni yaratımlarıyla dünyayı besleyerek yollarına devam ediyor.

Ambiente’den, London Design Week’e marka ve tasarımcıların koleksiyonları gösteriyor ki geometri ve pastel bu yıl bizlerle. Yine de geçen yılın favorileri olan Greenery ve metaller de unutulmadı. Bir kartopu etkisiyle ilerleyen trendler her yıl biraz daha dünyanın gidişatına göre eklemlenerek büyüyor. Trendler, stiller iç içe geçiyor. Dünyanın ne kadar büyüdüğünün ve aynı zamanda küçüldüğünün bir kanıtı gibi...

Globalleşen dünyaya uyum sağlayanların yanı sıra Romola’nın tasarımcısı Andres Jacque gibi buna karşı duranlar da var. Tek tip kafe ve restoran zincirlerine inat yerelliği savunan Jacque, tasarımına da bunu yansıtmış. Yerelliğin ön plana çıkması herkesin kendi yereline değil, dünyadaki tüm yerelliğe ve özgün tasarımlara bir övgü niteliğinde çıkıyor karşımıza. 6 farklı şehirden ele aldığımız evlerde stillerin ne kadar iç içe geçtiğini görürken, yerel zanaatkarların da önemini bir kez daha kavrıyoruz. Krop  bıçaklarının yaratıcısı Sinan Tansal’la yaptığımız röportajda da gördük ki elle yapılanın değeri çok başka.

I’m Design Türkiye’ye konuk olarak gelen yabancı konuşmacılar ve global markalar kendi zanaatlerinden ve topraklarından beslendiklerini dile getirirken biz de bu konuda ne kadar eksik olduğumuzun ayrımına vardık. Yurt dışını takip ederken kendi öz değerlerini kaçıran Türk tasarım dünyası ve markalarının bir Türk tasarım kimliği yaratmak için ihtiyacı olan belki de sadece bu: Global dünyada özgün olmak!

Yeni yıl için dileklerinizi dilediyseniz, şimdi sıkı durun. Gerçekleşme şansı yüzde, siz kadar. İyi şeylerin bizi bulmasını beklemek, hiç seferi olmayan bir otobüsü beklemek gibi. Hayatı dönüştürmek için önce kendimizden başlamamız gerek belki de. Doğayla bağlarımızın koptuğu bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorsanız, neden işe teknolojik cihazlarını bir
kenara bırakmakla başlamıyorsunuz?

Tasarım dünyasında insanın kıymetinin gün geçtikçe artmasının nedeni de bu olabilir mi? Kendimize, verdiğimiz emeğe daha çok saygı duyuyor, farklı olanın insanın ortaya koyduğu bireysel farklılıklar olduğunu anlıyoruz. Cam sanatçısı Simone Crestani, “Neyse ki hala
bazı insanlar sahip oldukları bir şeylerin arkasında hikayelerinin olmasını önemsiyor.” sözleri ile dile getiriyor insanın değerini. Lrnce’in yaratıcısı Laurence Leenaert, Belçika’dan Marakeş’e uzanan yolculuğunda farklı insanların hikayelerinden yola çıkarak tasarlıyor.
Hayallerin ve yaratıcılığın rengi ultraviyole, sınırlarımızı aşmamız için bize yol gösteriyor.

İnsanla anlam kazanan mekanlar, insan ruhunu da mekanın içine katıyor. Amerika’da açılan Native Hostel, sosyal paylaşım için özel mekanlarıyla karşımıza çıkarken; İspanyol restoran Tunateca Barfego, yaratılan mekanda ülkenin geleneklerinden yola çıkıyor. İnsan bir
şekilde yarattığı mekanın, merkezi haline geliyor.  

O halde kendi gücümüzün farkına varmak için daha ne bekliyoruz? Dingin bir hayat düşlüyorsak gereksiz olan her şeyden kurtulmanın, eğlenceye ulaşmak için çılgın bir şeyler yapmanın, özümüzden uzaklaştıysak doğa için savaşmanın şimdi tam zamanı.

Dokunmaya ve dokunulmaya yoğun bir şekilde ihtiyaç duyduğumuz bir dünyada kışın da gelmesi ile kozalarımızı kat kat kalınlaştırdık. Havaların soğuması güçlü bir bahane olarak evlerimize daha da çok bağladı bizleri. Evde olmak pek çok yönü ile rahatlatıcı ve evi
samimi bir yer haline getirmek günümüz dekorasyon dünyasında da yükselen bir trend. Bienalin işlediği “İyi Komşu” kavramı çevremizle bağımızın önemine vurgu yaparken,
Maison&Objet; de gördüğümüz trendler konfor alanlarımıza sığındığımızın bir göstergesi. Moda mı insanlardan etkilenir, insanlar mı modadan paradoksunun güçlü bir örneği olarak dekorasyon bu yılki kozunu samimiyetten yana kullanmış gibi gözüküyor.

İçimizi ısıtmak adına üst üste geçen dokular, kalın, tüylü, pofuduk kumaşlar her anlamı ile etrafımızda. Minimal çizgiler, İskandinav gibi görece soğuk akımlarda kendisini korusa da postlar, yünlü kumaşlar ve yeşil bitkiler mekanlara samimiyet katıyor. Daha sıcak
coğrafyalarda ise kabartmalı duvar kağıtlarından desenli kumaşlara tüm dokular rahatlıkla üst üste kullanılıyor ve içimizdeki dokunma ihtiyacını tetikleyen üç boyutlu malzemeler duvarları süslüyor.

Doğadan hevesini alamayanlar ise kış bahçeleri ile olabildiğince yeşille iç içe ama gerektiği kadar sıcak ortamlar yaratıyor kendilerine. İç mekanda görmeye alışık olduğumuz halılar, camekanlarda yerini buluyor. İş yerleri ve ofisler de kurumsallıktan uzaklaşıp, eğlenceyi ve
samimiyeti bir adım daha öne çıkarıyor. 

Bienale çiçekli kameraları ile damga vuran seramik tasarımcısı Burçak Bingöl ile yaptığımız röportajda da gördük ki dışarı çıkıp kırılmaktan çekindiğimiz bir süreçte kendimizi, düşlediğimiz samimi dünyayla sarıp sarmalıyoruz. Bu süreçte evlerimizin samimiyet dozunu artırırken, çevremizle bağımızı da bir o kadar güçlendirmemiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu günlerde samimiyet; evlerden bize, bizlerden de evlere geçecek kadar ince bir çizgide.

Temmuz - Ağustos - Eylül 2024

Mayıs - Haziran 2024

Ocak - Şubat - Mart 2024

Ekim - Kasım - Aralık 2023

Temmuz - Ağustos - Eylül 2023

Nisan - Mayıs - Haziran 2023

Ocak - Şubat - Mart 2023

Ekim - Kasım - Aralık 2022

Temmuz - Agustos - Eylul 2022

Ocak - Şubat - Mart 2022

Ekim - Kasım - Aralık 2021

Haziran – Temmuz – Ağustos 2021

Mart - Nisan - Mayıs 2021

Aralık 2020 - Ocak - Şubat 2021

Eylül - Ekim - Kasım 2020

Mayıs - Temmuz 2020

1. お客様は、Magzter.com、アプリケーション、およびそのサービスの使用は単独でご自身の責任で行うことに同意します。 Magzter.com、その関連会社、従業員、サードパーティのコンテンツ プロバイダーは、サービスが完全に中断されないこと、エラーがないこと、不正行為に対して確実であることを保証しません。また、Web サイトや製品が期待または約束したとおりの正確な結果が得られることも保証しません。

11. サービスおよびすべての出版物は、「現状のまま」および「入手可能な状態」で提供されます。 MAGZTER、その関連会社、サプライヤー、ライセンサーおよび代理店は、明示的か黙示的かを問わず、商品性、特定目的への適合性、および権利侵害の非侵害に関する黙示的な保証を含むがこれらに限定されない、あらゆる種類の保証を明示的に否認します。上記を制限することなく、MAGZTER もその関連会社、サプライヤー、ライセンサー、代理店も、(I) サービスがお客様の要件を満たすこと、(II) サービスが中断されず、タイムリーに、安全に、またはエラーが発生しないことを保証しません。 III) サービスの使用から得られる情報、または出版物に含まれる情報が正確または信頼できるものである、または (IV) 出版物またはサービスの品質がお客様の期待に応えるものであること。信頼できるインターネット接続とデバイスの取得と維持については、お客様が単独で責任を負います。 MAGZTER は、お客様がコンテンツをダウンロードできないことについては責任を負いません。ダウンロードまたはサービスの使用を通じて取得したマテリアルは、お客様自身の裁量とリスクで行われ、かかるマテリアルのダウンロードに起因するコンピューター システムまたはモバイル デバイスへの損害またはデータの損失については、お客様が単独で責任を負うものとします。口頭か書面かを問わず、お客様が magzter から、またはサービスを通じて、またはサービスから得たアドバイスや情報は、いかなる保証も生じません。

2.お客様は、その情報を真実、正確、最新かつ完全なものに保つために維持し、速やかに更新するものとします。あなたは、自分のアカウントとパスワードの機密性を維持し、自分のコンピュータへのアクセスを制限する責任を負い、すべてのコンテンツとサービスの選択と使用を含む、自分のアカウントで行われるすべての活動に対する責任を受け入れることに同意します。

3. いかなる場合においても、Magzter.com、ウェブサイトおよびアプリケーション上のコンテンツの作成、制作、配布に関与する個人、団体、第三者は、契約上または法的責任を負いません。 Magzter.com の使用中または使用中にお客様に発生した直接的、間接的、付随的、特別、および結果的。 Web サイトに登録するか、アプリケーションをダウンロードすることにより、このセクションに記載されている規定が Web サイトおよびアプリケーションのすべての使用およびコンテンツに適用されることに同意するものとします。

3. Magzter からの事前の書面または許可がない限り、ここに公開されているものはすべて Magzter またはそのライセンサーの専有財産であるため、Magzter から取得したコンテンツを変更、コピー、配布、販売してはなりません。このような不正使用は、著作権法や商標法を含む適用法に違反する可能性があるため、Magzter はこれらを厳しく禁止し、そのような違法行為が証明または検出された場合は、アクセスとアカウントを停止します。また、これらの不正行為によって生じた損害についても責任を負う必要があります。出版物の法的所有者が許可する場合を除き、お客様は、サービスを通じてアクセスした出版物をダウンロードすることによって所有権を取得しないことを承認するものとします。著作権法で明示的に要求されている場合、またはサービスの機能によって許可されている場合を除き、変更、リバース エンジニアリング、公開、送信、表示、譲渡または販売への参加、派生作品の作成、またはいかなる形であっても商業的に利用または提供することはできません。 Magzter およびかかるコンテンツの所有者の明示的な許可なしに、アプリのコンテンツ、出版物、またはそれらの一部を第三者に提供すること。当社は、明示的か黙示的かを問わず、Magzter または Magzter のライセンサーの知的財産に対するライセンスを付与しません。

5. あなたは、Magzter.com が他のユーザーや第三者、またはそのコンテンツのいかなる種類の中傷的、攻撃的、または違法な行為に対して責任を負わないこと、および前述の行為による傷害のリスクは完全にあなたにあることを特に認めます。

8. Magzter は、お客様が本利用規約および Magzter が定めるその他の運用規則に準拠しているかどうかを判断する目的で、お客様が公開および入力したコンテンツを監視するすべての権利を留保します。 Magzter は、コンテンツについて決定を下し、独自の意志で削除する権利を有します。

9. Magzter は出版物の販売代理店であり発行者ではないため、Magzter は雑誌に掲載されている意見、アドバイス、声明、サービス、オファーなどを含むコンテンツに対する編集管理を行いません。したがって、Magzter は、そこで提供される情報や事実、または公式の資格に従って行動する Magzter の認定従業員以外の者がサービスを通じて利用できる情報や事実の正確性や信頼性について責任を負いません。したがって、当社には出版物に対する編集上の管理権がありません。本サービスが提供する出版物で行われた意見、アドバイス、声明、サービス、オファー、または第三者によって表明または利用可能にされたその他の情報またはコンテンツは、それぞれの著者または出版社のものであり、第三者のものではありません。マグザー。 Magzter は、サービスを通じてまたは出版物から得た情報への信頼によって生じた損失または損害に対して責任を負いません。本サービスには、他のインターネット サイトおよびサードパーティのリソースへのリンクが含まれている場合がありますが、Magzter は、そのようなリンクされたサイトで利用可能な通信またはマテリアルについては一切の責任を負いません。これらのリンクは便宜のためにのみ提供されています。サードパーティのサイトにアクセスしたり、サードパーティのサイトを通じて注文したりするときに適用される利用規約を理解するのは、お客様自身の責任です。

不快なコンテンツの詳細（プラットフォーム上のリンクを含む）

お気に入りの作品をダウンロードすれば、いつでもどこでもオフラインで読むことができます

愛する人に Magzter ギフト カードをすぐに贈り、何千ものベストセラー タイトルの中からお気に入りの雑誌や新聞を自由に読めるようにしましょう。

Gift your loved ones with a Magzter Gift Card instantly and give them the freedom to read their favorite magazines from thousands of best-selling titles.

{{magCount}}冊の人気のインターナショナル雑誌からお気に入りの雑誌を自由に選べるMagzterギフトカードを、大切な人に今すぐ贈りましょう。

Girish Ramdas は、世界的なデジタル出版ビジネスで話題を呼んでいる、ニューヨークを拠点とする新興企業 Magzter の共同創設者兼 CEO です。 Magzter は 2011 年のサービス開始以来、150 か国以上から 9,000 万人のユーザーを獲得しており、世界中の 4,500 以上の出版社から数千冊の雑誌、新聞、書籍が提供されています。彼は、印刷物、モバイル、Web 開発を含むクロスプラットフォーム出版において 25 年以上の経験があります。この期間中、彼は 3 つの新興企業を共同設立し、経営して成功を収めてきました。彼は雑誌社のデジタル化を可能にし、デジタル世界でコンテンツの収益化を支援してきました。ギリッシュは、オンライン、モバイル、出版エコシステムにおける深い業界経験により、世界中のプラットフォームにわたるデジタル コンテンツの取得、マーケティング、収益化の専門家となっています。

当社のプラットフォーム上で不快なコンテンツに遭遇した場合、当社はお客様の懸念に対処するために苦情救済ポリシーを導入しました。

Magzter Inc. (「当社」、「当社」、「当社」) は、お客様がご自身の個人情報がどのように使用および共有されるかについて関心を持っていることを承知しています。当社のプライバシー慣行の詳細については、次のプライバシー ポリシー(「ポリシー」) をお読みください。当社が運営するウェブサイトおよびそのサブドメインのいずれかにアクセスするか、当社のモバイル アプリケーションやその他のコンテンツ配信方法(総称して「サービス」) を使用することにより、概要が説明されている慣行およびポリシーに同意したことになります。本ポリシーに記載されており、お客様は、当社がお客様の情報を以下の方法で収集、使用、共有することに同意するものとします。

Magzter Inc. は、世界最大かつ急速に成長しているセルフサービスのクロスプラットフォーム デジタル ニューススタンドで、2011 年の創業以来 9,000 万人を超えるユーザーがおり、40 以上のカテゴリ、60 以上の言語にわたる数千の雑誌や新聞を扱っています。ニューヨークに本社を置く Magzter は、アムステルダム、ロンドン、メキシコシティ、チェンナイ、ムンバイ、ニューデリー、バンガロール、シンガポールに現地拠点を置いており、間もなく他の国にも拡大する予定です。 2011 年 6 月に世界的起業家であるギリッシュ ラムダス氏とビジェイ ラダクリシュナン氏によって設立された Magzter は、世界中の雑誌や新聞の出版社が自社のタイトルのデジタル版を作成し、世界中の消費者に配信できるようにします。

Magzter は、ユーザーに安全なプラットフォームを提供することに尽力しています。 Magzter は、パブリッシャーがコンテンツを配布するためのプラットフォームにすぎないことに注意してください。当社は、当社のプラットフォームで公開されるコンテンツを管理または推奨しません。当社は、発行者の行動またはそのコンテンツに対して責任を負いません。

Magzter は、コンテンツまたはコンテンツの一部が権利を侵害したために損害を被った、または費用が発生した当事者を補償する責任を負いません。 Magzter は、第三者の権利を侵害するコンテンツまたはコンテンツの一部に起因する権利侵害について、民事裁判所で法的措置を講じる責任を負いません。

Magzter は、Magzter GOLD と呼ばれる世界最大の「読み放題」サブスクリプション サービスを提供しています。これにより、デジタル読者は月額サブスクリプション料金で 9,000 以上の雑誌や新聞に無制限にアクセスできます。 Magzter はまた、アプリ向けの革新的な ezRead 2.0 機能により、世界最大の記事数を誇ります。これにより、スマートフォンや小さな画面のモバイル ユーザーは、本来の楽しみ方で雑誌コンテンツを楽しむことができます。読みやすく、素晴らしいビデオと高解像度の写真が付いています。

名前

Magzterでのコンテンツ発行に関するサポートが必要は場合は、このフォームに記入してください

 Magzter に入社する前は、Dot Com Infoway (DCI) および Galatta Media の社長を務めていました。彼の任務には、戦略的マーケティング、パートナーシップ開発、コンテンツの世界的な収益化が含まれていました。 DCI は、2000 年には 3 人だった小さなチームから、2011 年には 300 人にまで成長し、世界中のクライアント向けに Web、ソフトウェア、アプリの開発を手がけていました。

Magzterの開始以来、お客様に最高のニューススタンドテクノロジーとサービスを提供するため、世界各国の組織や機関と提携することに尽力してきました。雑誌の購読を顧客に提供したい場合や単に詳細に興味がある場合など、お気軽にお問い合わせください。Magzterはお客様のビジネスの成長を支援いたします。お問い合わせ内容について、以下の質問票にご記入ください：

{{trailText}}無料でお試しください

{{trialPackText}}無料でお試しください

 DMCA では、元の DMCA 通知を提出した当事者が反対通知のコピーを受け取ってから 10 営業日以内にお客様に対して訴訟を起こさない場合、当社は削除されたコンテンツを復元することができます。

このポリシーは、お客様がサービスにアクセスする際に当社が収集する、個人を特定できる情報(「個人情報」) およびお客様およびお客様のコンピューターまたはデバイスに関するその他の情報の当社の取り扱いを対象としています。以下で詳しく説明するように、当社はお客様から個人情報を収集することがあります。当社はこの個人情報を、当社の製品、サービス、コンテンツ、広告をパーソナライズ、提供、改善するため、またお客様がユーザー アカウントとプロフィールを設定し、お客様に連絡し、特定の製品やサービスに対するお客様のリクエストを満たし、お客様によるサービスの使用状況を分析するため。場合によっては、当社は一部の個人情報を第三者と共有する場合もありますが、これはポイント 4 に記載されているとおりに限られます。

このタイトルは Magzter GOLD サブスクリプションに含まれています

コンテンツの品質を分析し、パブリッシャーに適切なフィードバックを提供するため

当社では、不快なコンテンツに関するあらゆる苦情に対応する苦情担当者を任命しています。

不快なコンテンツに関する苦情は、上記の電子メール アドレスに電子メールで苦情担当者に送信するようお願いします。また、苦情を申し立てる際には、以下の詳細を提供するようお願いします。

さまざまな雑誌、書籍、ニュース、雑誌および出版物関連コンテンツ (総称して「出版物」と呼ばれます) を注文、購読、配信を受け取り、これらの出版物のデジタル版を配信する機能を提供するアプリ

c.また、パーソナライズされた推奨事項を作成するために、アプリケーションの使用に関連する情報も収集します。お客様がサードパーティのアカウント資格情報を当社に提供した場合、お客様がそのような送信を許可した場合、それらのアカウント内の一部のコンテンツおよび / または情報(以下「サードパーティのアカウント情報」) がお客様のアカウントに送信される可能性があること、およびそのサードパーティのアカウントが当社のアカウントに送信される可能性があることを理解したものとします。サービスに送信される情報は、本ポリシーの対象となります。

 f.当社が収集する個人情報により、当社はお客様のリクエストに対応し、当社の製品とサービスを改善し、お客様に表示される広告とコンテンツをカスタマイズし、新製品についてお客様に連絡することができます。

は、2011 年の設立以来 9,000 万人を超えるユーザーがおり、40 以上のカテゴリと 60 以上の言語にわたる数千の雑誌や新聞を擁する、世界最大かつ急速に成長しているセルフサービスのクロスプラットフォーム デジタル ニューススタンドです。ニューヨークに本社を置く Magzter は、アムステルダム、ロンドン、メキシコシティ、チェンナイ、ムンバイ、ニューデリー、バンガロール、シンガポールに現地拠点を置いており、間もなく他の国にも拡大する予定です。 2011 年 6 月に世界的起業家であるギリッシュ ラムダス氏とビジェイ ラダクリシュナン氏によって設立された Magzter は、世界中の雑誌や新聞の出版社が自社のタイトルのデジタル版を作成し、世界中の消費者に配信できるようにします。

 n.また、ユーザーが当社の利用規約を遵守していることを確認するために、使用状況情報も使用されます。たとえば、ユーザーの使用状況情報は、ユーザーが雑誌やその他のコンテンツを許可された回数、または許可された数のデバイスにのみダウンロードしていることを確認するのに役立ちます。

これにより、デジタル読者は月額購読料で 9,000 以上の雑誌や新聞に無制限にアクセスできるようになります。 Magzter はまた、アプリ向けの革新的な ezRead 2.0 機能により、世界最大の記事数を誇ります。これにより、スマートフォンや小さな画面のモバイル ユーザーは、本来の楽しみ方で雑誌コンテンツを楽しむことができます。読みやすく、素晴らしいビデオと高解像度の写真が付いています。

art'ı MEKAN - Mayis - Haziran 2018

art'ı MEKAN - Mayis - Haziran 2018

この問題で

art'ı MEKAN Magazine Description: